Devrim Erbil’in son kişisel sergisi Neonist by Devrim Erbil’e ev sahipliği yapan Nişantaşı’ndaki The Stay Boulevard’da sanatçının da katılımıyla sanatçının popüler koleksiyonu olan İstanbul serisinin Neon hallerini görüyoruz. Devrim Bey bizlere geçmişten günümüze sanatla ilgili bilgilerini paylaşırken bir yandan da kültürün sanata yansımasına dikkat çekiyor. Devrim bey ile ilk kez karşılaşma ve tanışma fırsatı bulmama rağmen kendisinin çocukları olan iletişimi ve sıcak kanlı yaklaşımları ile sanatçı kişiliğinin de ötesinde gerçek bir baba ve İstanbul beyefendisi olduğuna da şahit oldum. Devrim Erbil’in kızı olan Renk Erbil ile de bu sergi kapsamında ortak bir çalışmaları mevcut. 26 ocakta görücüye çıkan sergi 2 nisana kadar The Stay Boulevard’ın sergi alanında görülebilir. Devrim bey ile gerçekleştirdiğimiz röportajda da çocukları, ailesi ve bütün hayatında var olan resimleri hakkında konuştuk.
Eserlerinizde genellikle İstanbul’u ve önemli noktalarını görüyoruz. Bu eserlerde renkleri bütünleştirirken dikkat ettiğiniz noktalar ne oluyor?
Resim her şeyden önce bir üsluptur. Nasıl bir yazarın üslubu var, bir şairin. Resiminde kendi bakış açısı var. Ve bu bir tek konu üzerine yoğunlaşınca insan, İstanbul temasını nasıl geliştirebilir. Kendi çizgileri ile nasıl bunu ilginç kılabilir, hangi renkler hangi duyguyu yansıtır. Hangi renkler günün hangi saatini yansıtır. Tabii bunların hepsini düşünüyorum. Bir de şu var benim izlenimim şu ki eserlerimde insanlar çoğunlukla mavi ve kırmızıyı seçiyor bu coğrafi etkenlerden dolayı da açıklanabilir. Türk insanının Orta Asya’dan buraya gelinceye kadar Anadolu’da yerleştikten sonra yaptığı eserlere, minyatürlere, Göktürk eserlerine baktıktan sonra görüyorum ki oralarda da hep mavi ve kırmızıya ağırlıklı olarak yer veriliyor. Yani resmin ana yapısını renk olarak bunlar oluşturuyor. Ama kırmızı dediğimiz zaman yüzlerce kırmızı bulabilirsiniz. Mavi dediğiniz zamanda bulabilirsiniz ya da bir kırmızı armoni içerisinde resim dilinde bizim disonans dediğimiz, armoniden aykırı ama resmi coşturan bir renkte diyebilirsiniz. Yani sanatın bütün ustalıklarını renk duyarlılığıyla birleştirip hele konu İstanbul’da olunca bu çok çeşitlendirilebilir. İstanbul çok sevilen bir kent. Her şeye rağmen, bütün zorluklarına rağmen bütün bu bölgenin otuz veya kırk yıl önceye kadar burası bir sirk bölge ilan edilmemişti. Mimari sanat eserine olan büyük cinayetler işlendi bir binanın kirişi bir camiinin içine kadar giriyor gibi durumlar söz konusuydu. Bu konuda çok değerli araştırmacı olan rahmetli Sema Vehice, çok yakın dostumdu. Onunla konuşurduk Suadiye’de uğrardı bana. Hep yakınırdı bana bu durumlardan. Çok geç kalındı. İstanbul’un dışında yepyeni kentler kuruluyor. Neden daha önce yapılmadı. Sirk bölgesi ilan ettiğiniz yerde çivi çaktırmazsınız. Yani İstanbul bu kadar kötü kullanıldığı halde bile hala çekici. O yüzden etkilenmemek mümkün değil. Ama bir sanatçı bu kentten etkileniyor demekte değil. Bakın göreceksiniz sonra kuşlar girdi. Deniz girdi. Işıklar girdi. Ama bunların hepsinin temelinde bir ritim arayışı var çünkü ritim yaşamın temel ögelerinden biri. Günler bitiyor. Gece başlıyor. Yağmur başlıyor. Kar başlıyor. Mütemadiyen değişiyor. Ama bunun ritmik bir değişimi var. Kuşun kanat çarpması gibi, dalga hareketlerinin birbirini izlemesi gibi. Dünyanın da bir ritmi ve yaşamında bir ritmi var. İşte ben bu ritmi sevilen bir konuda yaşatmak istiyorum. İstanbul’sa İstanbul’da, dalgaysa dalganın içinde yaşatmak. Doğanın gizemli, çarpıcı ama baktığınız zaman can veren, gördüğünüz zaman içinizdeki duyguların kabardığı bir dünya kurmak istiyorum. O yüzden İstanbul ve ritim bir araya gelince benim resmim çizimim oluyor.
Şiirlerinizle bütünleştirdiğiniz eserleriniz var mı?
Şiir gençlik yıllarımda yazdım. Ondan sonra resim o kadar ağır bastı ki sadece iyi bir okuyucuya dönüştüm. Dünya şiirini biliyor ve okuyorum. Bizim Türk edebiyatçılarından arkadaşlarımdır birçoğu onları takip ediyorum. Giderek onlarla beraber çalışma isteği duydum ve hepsi çok yakın davrandı. Şunu düşündüm benim eserlerime bakan bir kimse acaba ne düşünüyor. Herkes kendi bilgisine, kültürüne göre yorum yapar ama evinde yıllardır onu seyrediyorsa o resmi duygusal anlarında görünce ne düşünüyor diye düşünürken. Yüz yüze diye bir kitap hazırlandı. İş Bankası yayınlarından 10 sene önce çıktı. Sadece ressamlara, sanat tarihçilerine değil. Değişik mesleklerden insanlar dahil oldu. Bu kolay bir şey değil. Bir resim üstüne konuşabilmek. Ama birçok insan samimi bir şekilde hem benden de bahsetme gereği duydular. Ben sadece resim üzerine konuşulsun istiyordum ama benden de konuşuldu. Onların düşünceleri, onların bakışları bu önemli bir şey. Zannediyorum bu anlamda başka bir kitap olmadı. Bunun gibi edebiyatçılar, ünlü isimler mesela İlhan Berk’ten bugünün ünlü yazarlarına gelinceye kadar birçoklarının yazıları da yine ayrı bir kitapta toplandı. Konservatuar profesörü ve asistanları benim eserlerim üzerine sonatlar yazdılar. Piyano ve keman sonatları. O da Türkiye’de yeni bir şeydi. Ben sanat yaygınlaşsın istiyorum. Sanatçılar birbirilerine daha yakın olsun istiyorum. Daha geniş kitlelere hitap etsin istiyorum. Onun için seramik ve mozaik yaptım. Baskı sanatlarında pek çok şeyler atılımlar yaptım. Bu sergide onlardan biri.
Neon renkler ile tanışmanız ve eserlerinizle bütünleştirme hikayeniz nasıl oldu?
Önce metal ile başladı. Metalde zaten renk başka bir kimlik kazanıyordu. Yani o metalin üstünde renk daha ışıklı daha renkli gözüküyordu. Sonra çocuklarla konuştuğumuzda yani floresan etkisi, neon etkisi yaratacak renklerle çalışsak nasıl olur diye düşündük. Sonra onu başardık. Çünkü kolay kolay yakalayamayacağınız bir armoni oluştu. Yani bir altın sarısı ışıktan da geliyor. Gün ışığı değiştiği zaman değişiyor. Renk bambaşka bir kimlik kazanıyor. Kendi içinden ışıklı renkler oluyor. Bu hoş bir şey, çarpıcı bir özellik bana öyle geliyor.
Devrim Erbil’i genellikle sanatı ile tanıyoruz. Kişisel hayatınızda neler yaparsınız?
Çok disiplinli bir hayatım var. Kalkış saatlerim, resim için ayrılmış bütün zamanım. Kaçtım şimdi İstanbul’dan Bodrum’dayım. Güzel bir atölyem var. Orada basılıyor eserlerim. Evrim ile beraber büyük oğlumla çalışıyoruz. Orda bir başka hayalimde müze kurmak. Projesi de çizildi. Kendi büyük bir bahçem var orada. Büyük bir müze yapacağım. Resimlerim topluyorum. Ciddi bir arşivim var. Eserlerim orada başlangıçtan bugüne gelinceye kadar koleksiyonum var. Yüz küsür parça ve bu resimleri o müzede görmek istiyorum. Bütün gün resimden başka düşündüğüm bir şey yok. O yüzden evliliklerim başarılı olmadı. Otuz sene tatil yapmadım. Bir kadın buna dayanabilir mi. Orada başarılı değildim ama hiç olmazsa üç eşten dört evladım oldu. Çok başarılı, değerli çocuklar. Onlarla teselli buluyorum ama hala usanmadan bıkmadan aklım hep Bodrum’da yarım kalan resimlerimde onları da bir an önce gidip bitirmek istiyorum. Bütün aşkım resim diyebilirim.
Şehirde sizi heyecanlandıran ne oluyor?
Anılar heyecanlandırıyor. Burada yaşadığım evlilikler, aşklar, tutkular, cevapsız kalan ilgilerim. Şimdi çok hayranım var onlara yetişemiyorum.