Bir türlü vazgeçilemeyen insan yoktur aslında. Defalarca kendimize hatırlatmak istediğimiz duygular vardır. Bazı insanlar belli bir zaman sonra birer duyguya dönüşürler. Ya da biz onlara o duyguyu yükleriz. Hırs gibi, kibir gibi, yenilebilirlik, sevilebilirlik gibi. Bunu temsil eden kişi ya da eşyalar gözümüzün önünde dursun ki yine yıkılmayalım, kibire düşmeyelim, kırılmayalım diye. Belki kendimizi sevmeyi bilmediğimizden, daha iyinin ihtimaline, hak ettiğimize inanmadığımızdan belki. Vazgeçemediğiniz bir şekilde öylesine hayatınızda duran insanlara bir bakın. O hangi duygu? Buna ihtiyacınız var mı? Neden var? Ya artık kırılabileceğinizi hatırlamaya ihtiyacınız yoksa? Işık tam olarak kırıldığınız yerden girdiyse içeri ve her karanlık gibi sonu çoktan aydınlığa çıkmışsa tozdan kurtulmamak kendi hakkına girmekten başka nedir? Ya da sevilebilir olduğunuzu hatırlatan her yüzü cebinde, kalbinde taşımamak nankörlük değil midir? Hayatta her şey dengedir. Değeri bilinmeyen her lütuf felakete dönüşür. Olumsuz her duygunun yaşayabilmek adına bir son kullanma tarihi vardır. Yeni bir şey olmuyorsa yer açılmamıştır. Duygu dönüşmemiştir. Bağ yoksa, insan da yoktur aslında, o artık maddeleşmiştir. İnsana bağlanamayan herkes bir şekilde maddeye bağlanır. Özellikle bu çağın gündemi baştan aşağı “mana” olmalıdır. Manasına veda eden madde ile vedalaşmamış olmak belinizi büker, içinizi çürütür, zehirler. Ne yaparsanız yapın eksik olan bir şey vardır. Tamamlanmaz. Boşluk dolmaz. Nadiren yaşadığını hissettiğiniz anlar bile gözlerinizi doldurur hale gelir. Sanki hiç hak etmemişsiniz gibi. İşte peşinden koşulması gereken, vazgeçilmeyecek duygular o “an”ların duygularıdır. Sevilebilir olmak sizi güzelleştirir. Sevmek ise sizi daha cesur biri yapar. Anlamını yitiren her şeyden kurtulup mana’ya sıkı sıkıya tutunduğunuz bir hafta dilerim.
