Hayatta yüzlerce cesur hamleyi korkmadan yaparken duyguları gösterme konusunda son derece hatalı ve ürkek davranıyoruz. Bunun sebebi geçmişte hatırlamadığımız çocuk yaşlarımızda geliştirdiğimiz bir “öğrenme”dir. Engin Geçtan’a göre duygularımızı içtenlikle yaşayamadan büyütüldüğümüzde, benliğimizin eksik kalan sınırlarını partnerimizle tamamlamaya çalışırız. Onu bağımsız bir varlık olarak görmek yerine, bir parçamız olarak algılar, en ufak farklılığa aşırı hassas hale geliriz. Bazen de eski ilişkilerimizde öyle yaralar alırız ki, yeni ilişkiler yoğun kaygı yaratır içimizde. İki durumda da bağlanmak hem haz, hem de ızdırap verir. Bir yandan bağımlılıktan ve kaygıdan kurtulmak ister, diğer yandan ilişkinin bitmesinden korku duyarız. Çelişkili duygular, çelişkili davranışlar yaratır. Ne olursa olsun insan yakınlık ihtiyacından vazgeçemez. Sağlıklı olabilmek için yakınlaşmak zorundadır. Yakınlık cesaret gerektirir. Çünkü risk kaçınılmazdır. Dürüstçe duygularımızı açığa vurduğumuzda karşımızdakinin bununla ne yapacağını ve onun gözünde kime dönüşeceğimizi bilemeyiz. Sırf bu korku yüzünden “Özledim” demek yerine kavga edip “Cesaret edemiyorum” demek yerine ortadan kaybolmayı seçiyoruz. İnsanı insan yapan en önemli yetkinliklerden biri de ileri düzey iletişim becerisidir. Çocuklarımıza hatta birbirimize yeniden, hiç yorulmadan konuşabilmeyi öğretmemiz gerekir. Sevmeyi, yakınlaşmayı, teslim olmayı enine boyuna düşünüp tüm ilişkileri iletişim zeminine yeniden inşa etmek, kelime dağarcığını genişletmek, yeni fikirleri okumak, olayları her boyuttan görmeyi ve yorumlamayı öğrenmek gerekir. Kulağımda ara ara “Üstünü kapattıklarının altında kalırsın.” cümlesi çınlıyor. Hem de bu erteleyip geçtiğin duygularınsa eğer en ummadığın zamanda her şey yolundayken gelir bulur seni. Kendisini yaşatıncaya kadar yakana yapışıp kalır. Hazır bunları okuyorken halının altını kaldır bir bak bakalım. Belki hayat koşturmacasında yıllar evvel oraya süpürdüğün bir duygu gözlerini sana dikmiş sırasını bekliyordur.